Şehit Önder Pınar
Allah taksiratını affetsin
Cinsiyeti: Erkek
Doğum yeri: Elazığ
Şehidimizin baba evi: Elazığ ili / Kültür Mahallesi / Kayısılı Sokak
Doğum tarihi: 1992
Mesleği: Astsubay Kıdemli Çavuş
Medeni hali: Bekar
Ölüm yeri: Suriye / El Bab
Ölüm tarihi: 21.12.2016
Ölüm nedeni: Şehitlik
Olay: 21 Aralık 2016 Çarşamba günü, Suriye’de sürdürülen Fırat Kalkanı Harekatı sırasında teröristlerle El Bab’ta çıkan çatışmalarda Astsubay Kıdemli Çavuş Elazığlı Önder Pınar (24) şehit olmuştur. Ruhuna el Fatiha
Merhumun bulunabileceği mezarının yeri: Elazığ ili / Elazığ Garnizon Şehitliği
GPS:
Allah yolunda mücadele ederken öldürülen şehitlerin, peygamberlikten sonra en yüksek rütbeye eriştiklerini bilen kahramanlarımız; ''Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum" düşüncesiyle; vatanı, dini, bayrağı ve diğer kutsal değerleri için savaşmaktan asla çekinmemişler, verebileceği en kıymetli şey olan canlarını seve seve vermişlerdir.
Çünkü onlar Kur'an ve sünnetle aydınlandıkları bilgi yolunda; Allah için can vermenin karşılığının cennet olduğunu “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..” (Tevbe, 9/111) ayetiyle öğrenmişlerdi. Sahabeden birisi Peygamberimiz (Allah'ın selamı O'nun üzerine olsun)’e, “Allah yolunda öldürülürsem günahlarım affedilir mi?” diye sormuş, o da, “Evet, kul hakkı hariç, bütün günahların affedilecek. Zira Cebrail bu hususu bana haber verdi!”(Müslim, İmaret,117) buyurmuştu.
Her zaman şehit olmayı arzulayan Sevgili Peygamberimiz (Allah'ın selamı O'nun üzerine olsun); “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim."(Buhârî, Cihad, 7) buyurduktan sonra şehitliğin önemine şöyle işaret buyurmuşlardı: "Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister."(Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre 109)
Gazilik de şehitlik kadar önemli bir mertebedir. Çünkü gaziler, Allah için, vatan için, bayrak için canlarını ortaya koyabilmiş mü’minlerdir. Ümmeti olmakla iftihar ettiğimiz Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (Allah'ın selamı O'nun üzerine olsun)’nın: “İki göz cehennem ateşinde yanmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz, diğeri de Allah yolunda nöbet tutarken düşmanı gözetleyen göz.”(Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad, 12.) "Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gazinin ailesinin ihtiyaçlarını karşılayan da cihad yapmış gibi sevap kazanır."(Buhârî, Cihâd 38; Müslim, İmâre 135-136) müjdesi, asker ocağının, peygamber ocağı olduğunu bizlere öğretmiştir.
“Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ” misali toprağı kanlarıyla yoğuran şehitlerimiz, bu cennet vatanı bize emanet etmişlerdir. Bize düşen de bu toprakları imar etmek, korumak ve bizden sonraki nesillere devretmektir. Bunu yapmadığınız takdirde hem vatanımıza ve hem de şehitlerimize karşı görevlerimizi yapmamış ve onların ruhlarını incitmiş oluruz.
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Şehidimiz Önder Pınar’ın şehadeti
Bab’taki Akil Dağı’na Özel Kuvvetler ve komandolarımız 20 Aralık gecesi başlayan ve 21 Aralık’ta devam eden bir operasyon yapmıştı.Burada yaşanan kanlı çatışmalardan sonra dağı tamamıyla ele geçirmiştik. Şimdi artık Bab içinde operasyonlar başladı. Bir yandan da Akil Dağı’nda iksa, inşa ve tahkim çalışmalarımız devam ediyor. DEAŞ ise bundan hiç memnun değil. Bize fena halde bozulmuş durumdalar. Akil Dağı kritik öneme sahip. Tek nedeni var: Burası bütün Bab’a hâkim…
Gözetleme ve ateş sahaları, örtü ve gizleme, kritik arazi arızaları, engeller ve yaklaşma istikametleri gibi araziyi kullanmak, etkilemek ve değerlendirmek adına sayısız inisiyatif sunuyor. Burayı kaptıran DEAŞ, hırsından kuduruyor. Tekrar geri almak için elinden geleni yapıyor.Biz de bütün bunlara karşılık Bab içinde genişledikçe genişliyor, açıldıkça açılıyoruz. Adım adım Bab’ı ellerinden alıyoruz. Bunların hepsi zor, hem de çok zor işler. Burası bildik bir meskûn mahal değil. Her taraf DEAŞ’ın kullandığı ve geliştirdiği tünel hendek ve menfezlerle dolu…
Deliklerinden çıkıp, atıp, tekrar deliklerine kaçıyorlar. Bir haftadır buradayız. Gerçekten çok soğuk. Kimi geceler eksi 10’u görüyoruz. Ateş yakamayınca, ısınamayınca zor oluyor. Ve artık bir kez daha akşam oluyor. Hava kararıyor. Sonra birden takırdamaya başlıyor namlular.
İşte böylece bir kez daha tam bir ateş talanının altında kalıveriyoruz. Çok sert bir atış baskısı bu! Önce ağır silahlarla çok yoğun bir ateş baskısı üretiyorlar. Sonra alacakaranlıkta ortaya çıkan adam ve araçları görmeye başlıyoruz. Tünelleri var.
Evlerin içine, altına sakladıkları, tünellerden çıkardıkları zırhlı araçlarla, kamyonetlere yükledikleri monteli Doçkalarla, Katyuşalarla, güdümlü tanksavar füzeleriyle üs bölgemizi ateşe boğuyorlar. Evlerin arasına kurdukları havanlarla mermi üstüne mermi fırlatıyorlar. Hemen anlaşılıyor. Yoğun ve kalabalık çok güçlü bir saldırı bu. Bir havan mermisiyle tankımızı vurdular. Bir başka havan mermisi resmen ZMA’nın kapağından içeri girdi. İşte o kadar yoğun yani.
İNTİHAR KOMANDOLARI GELİYOR
Bu arada birkaç yaralımız var. Artık mücadelemizin en kritik anlarındayız. Onlar uzaktayken tankların ve tanksavar silahlarımızın etki üretmesi nispeten kolaydı. Şimdi ölümüne zorlaştı. Çünkü burası dış bükey bir yükselti. Bu; tepenin sırt çizgisinin altını görememek, o çizginin altına gireni yatık mermi yollu silahlarla vuramamak demek. Gözümüzün seçtiği kimi adamların üzerinde feda yelekleri olduğunu görüyoruz. Onlar kendilerini patlatacak olanlar.
Özellikle ve öncelikle onları vurmaya çalışıyoruz. ZMA 25’lik namlusuyla birini vurduğunda herif patladı. Derken, bir M-60T tankımız mevzisinden geri geri çıkmaya başlıyor. Hendekten çıktığı gibi, bütün heybeti ve ağırlığıyla sert bir yarı mihver dönüşü yapıyor. Burnunu istikamete çevirir çevirmez de gazı tam köklediği gibi gacır gucur fırlıyor. Artık o ölü alanın içine giren bombalı araçları görebileceği bir yere gidiyor. Açığa çıkıyor.
Tank resmen delirmiş gibi. Bu tankın komutanı bir teğmen. Geldiği yerde apansız duruyor tank! Hemen sonra, çıktıkları o açık alanda, tankın 120’lik topu ilk atışını yapıyor. Gümbürdüyor ortalık.
Sarsılıyoruz. Ama asıl sarsılan, gümbürdeyen biz değiliz. Ölü bölgeden olağanüstü bir patlama duyuluyor. Önce ses, ardından kapkara dev bir bulut oradan yükselmeye başlıyor. Bizim tankın bombalı aracı havaya uçurduğunu böylece anlıyoruz.
ÖLÜMÜNE SAVAŞTILAR
Tank yine durmuyor. Yine atıyor, yine atıyor. Şimdi biz burada, ağır ateş altındaki açıktaki Türk tankçısının kahramanlığına şahit oluyoruz. Tankımız bir daha gümbürdüyor. Ve karşıdan büyük bir patlama daha. Ve tam burada büyük bir şok yaşıyoruz. Vuruluyor bizim tank. Büyük bir gürültüyle reaktif zırhından parçalar kopuyor. Apansız yediği bu güdümlü tanksavar roketinin üstüne, tankımızdan geri bir manevra, tahliye, iç patlama, şehit ya da yaralı haberi bekliyoruz.
Oysa bunların hiçbiri olmuyor. Yeniden sarsıyor hepimizi… Bir daha attığı 120’lik bir sabotla gömüyor resmen. Çatırdıyor ortalık. Şaşkın bir onur yaşıyoruz.
Yediği o mermi tankımızı durduramadığı gibi, daha bir çıldırtıyor. Ne yapıyor bu teğmen? Bir daha! Bir daha çakıyor. Ve tankımız bundan sonra güdümlü bir tanksavar roketi daha yiyor. Tankın tepkisel zırhı büyük bir gürültüyle bir kez daha parçalanıyor. Dumanlar yükseliyor tanktan. Tabur komutanı, telsizden avazı çıktığı kadar bağırıyor.
KOMUTAN BAĞIRDA: TANKI TAHLİYE ET…
Tankı tahliye et teğmen! Tankı tahliye et!” Bırakın telsizi, ‘kapalı kutu’ tankın içinden bile rahatlıkla duyulabilecek bir tahliye haykırışına, o ufak tefek teğmen nasıl karşılık verdi, bilir misiniz? “Biz bu çaydanlığı terk edersek, arkada bir tek adam kalmaz komutanım!” Sonradan öğrendik, teğmen tankın içinde bağırmış; “Çıkmaya kalkan olursa kendini paletin altında bilsin!” Buna karşılık tank mürettebatından bir uzman, “Çıkan DEAŞ’tan beter olsun komutanım” diye karşılık vermiş. Sonra bir roket daha yediler. Ağır oldu bu. Yedikleri iki roketin yarattığı zırh zafiyetinden mi bilinmez, artık tankın içinde duramaz oldular.
Zaten hepsi birden yaralanmışlar. Bir mermi daha yeseler, artık mermi içeri akardı. Ve mürettebat içindeki mühimmatla birlikte, kestane gibi patlardı. Artık kimi telsizden kimi bağırarak; “Tankı geri çekin, artık içinden çıkın” filan derken, bu sefer de başka bir deli ortaya çıktı. Ümit Astsubay’ın tankı, mevzisinden çıktığı gibi Aslan Teğmen’in tankının yanına…
Güdümlüleri yediği taraftan yanaşıp, atış pozisyonuna geçti. Bu çılgıncasına bir şeydi. Ümit Astsubay resmen tankıyla, yaralı tankla atılacak roketlerin arasına girdi. O artık bir yandan tankıyla yaralı tankı koruyor, bir yandan da vurmaya devam ediyordu. O da mutlaka mermi yiyecekti. Ama bunu çoktan göze almışlardı. Göz göre göre, bile bile, yiğitçesine… Ve başka bir destan şimdi orada başladı.
Ümit Astsubay ve komutasındaki tankı içine düştüğümüz bu ölüm dirim kavgasında ölüme, onura, yiğitliğe dair bambaşka bir destan yazıyordu. Bu sırada Ümit Astsubay’ın tankı gürleyip duruyordu. Hiç yılmadı, hem de hiç.
Teröristler üzerinde ürettiği o korkunç etki anlarında iki güdümlü tanksavar roketi de o yedi. Yılmadı ama! Üzerimize gelen diğer dört bombalı aracı da o imha etti. Etrafta bombalar, havanlar, roketler, ağır ve hafif mermiler uçuşup durduğu o koskoca anlarda ölümüne savaştı Ümit’in tankı.
GERİ ÇEKİLDİLER
Bu araçların etrafında kaç tane terörist öldü bilmiyoruz. Ama artık burada bütün dirençlerinin, ümitlerinin ve kararlılıklarının kırıldığını biliyoruz. Öylece pısıp kaldılar bir süre. Sonra teker teker sıyrılmaya başladılar. O kaçış sırasında da pek çok çatışma oldu. Ölü ve yaralılarını da kaçırmaya çalıştılar. Zaten en başından beri geriye doğru adam taşıyıp duruyorlardı. Bu kaçışlar sırasında üzerimizdeki ateş baskısını da ihmal etmediler. Ama kesinlikle gelişlerini destekleyen kadar yoğun değildi.
Onlar da çoktan yılmıştılar. O ağlayan atışlarda bile, sanki hüsran vardı. DEAŞ’lı teröristler geldikleri gibi gittiler. Daha sonra bölgeye yaptığımız operasyonda 23 teröristin cesedini bulduk. Bunların kimi parçalanmıştı.
Biz yaşadığımız böyle bir baskın girişimini iki tankımızın ve bütün Mehmetlerimizin kahramanlığıyla savuşturduk. Bu çatışmada bir Mehmetçik’imiz şehit oldu. Beş kardeşimiz de yaralandı. Onları büyük bir hüzün ve onurla tahliye ettik. Biz bütün bunlarla uğraştıktan sonra kendimize gelmeye çalışırken, ileri istihbarat unsurlarımızdan bir haber geldi.
Bir önceki gün yapılan hava taarruzlarından birinde DEAŞ’ın sözde emirlerinden Ebu Huseyn el Tunusi ile bugün yapılan bir akında yine sözde emirlerinden Ebu el Ensari, yanlarındakilerle birlikte imha edilmişti. Artık hava çoktan kararmıştı. Soğumuştu. Biz ise hâlâ sımsıcaktık. Bırakın dinlenmeyi, kendimize gelmeyi, yerimizde bile duramıyorduk. Bu yaşadıklarımızı belki de bir ömür boyu unutamayacaktık.
SİLAHLARIN MENŞEİ ŞAŞKINLIK YARATIYOR
Ha, unutmadan! Bizim tanklara atılan güdümlü tanksavar mermileri TOW silahına aitti. Bunu da tanklarımızın etrafından topladığımız parçalardan anladık. TOW, Amerikan malıydı.Öyle bakkalda filan da satılmazdı. Bir de neredeyse metrekareye üçer beşer düşen 120’lik havan mermileri vardı. Kuyruk tapalarına bakınca gıpgıcır oldukları anlaşıldı.Yazıları gayet şirin bir İngilizce’yle yazılmıştı. Şimdi bunlar kimin diye sormayın. Rusların havanları ise 82’lik ve 122’lik atardı. Bir de onlar vardı. Yapanı bilinirdi de alanı vereni çok bilinmezdi. Hakkını yemeyelim, roketler, Katyuşalar, Doçkalar, uçaksavar da Rus patenti taşıyordu. BMP zırhlı taşıyıcılar da öyle.Humwee’lere gelince! Artık o kadar da değildi. Onları da IŞİD, Irak ordusundan çarpmıştı.