Şehit Selçuk Erdoğan
Allah taksiratını affetsin
Cinsiyeti: Erkek
Doğum yeri: Amasya ili / Gümüşhacıköy ilçesi / Derbentobrugu köyü
Şehidimizin baba evi: Amasya ili / Merzifon ilçesi
Doğum tarihi: 1984
Mesleği: Astsubay Üstçavuş
Medeni hali: Evli
Çocuk sayısı: Yok
Ölüm yeri: Suriye / El Bab
Ölüm tarihi: 06.01.2017
Ölüm nedeni: Şehitlik
Olay: 21 Aralık 2016 Çarşamba günü, Suriye’de sürdürülen Fırat Kalkanı Harekatı sırasında teröristlerle El Bab’ta çıkan çatışmalarda ağır yaralanan Astsubay Üstçavuş Amasyalı Selçuk Erdoğan (33) tedavisinin sürdüğü Gaziantep Doktor Ersin Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde şehit olmuştur. Ruhuna el Fatiha
Cenaze töreni: Şehit Astsubay Selçuk Erdoğan’ın cenazesi 07 Ocak 2017 Cumartesi günü Amasya ili Merzifon ilçesi Merzifon Paşa Camiinde ikindi namazına müteakip Merzifon Şehitliğine defnedilecektir.
Merhumun bulunabileceği mezarının yeri: Amasya ili / Merzifon ilçesi / Merzifon şehitliği
GPS:
Allah yolunda mücadele ederken öldürülen şehitlerin, peygamberlikten sonra en yüksek rütbeye eriştiklerini bilen kahramanlarımız; ''Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum" düşüncesiyle; vatanı, dini, bayrağı ve diğer kutsal değerleri için savaşmaktan asla çekinmemişler, verebileceği en kıymetli şey olan canlarını seve seve vermişlerdir.
Çünkü onlar Kur'an ve sünnetle aydınlandıkları bilgi yolunda; Allah için can vermenin karşılığının cennet olduğunu “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır..” (Tevbe, 9/111) ayetiyle öğrenmişlerdi. Sahabeden birisi Peygamberimiz (Allah'ın selamı O'nun üzerine olsun)’e, “Allah yolunda öldürülürsem günahlarım affedilir mi?” diye sormuş, o da, “Evet, kul hakkı hariç, bütün günahların affedilecek. Zira Cebrail bu hususu bana haber verdi!”(Müslim, İmaret,117) buyurmuştu.
Her zaman şehit olmayı arzulayan Sevgili Peygamberimiz (Allah'ın selamı O'nun üzerine olsun); “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim."(Buhârî, Cihad, 7) buyurduktan sonra şehitliğin önemine şöyle işaret buyurmuşlardı: "Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister."(Buhârî, Cihâd 21; Müslim, İmâre 109)
Gazilik de şehitlik kadar önemli bir mertebedir. Çünkü gaziler, Allah için, vatan için, bayrak için canlarını ortaya koyabilmiş mü’minlerdir. Ümmeti olmakla iftihar ettiğimiz Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (Allah'ın selamı O'nun üzerine olsun)’nın: “İki göz cehennem ateşinde yanmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz, diğeri de Allah yolunda nöbet tutarken düşmanı gözetleyen göz.”(Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad, 12.) "Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gazinin ailesinin ihtiyaçlarını karşılayan da cihad yapmış gibi sevap kazanır."(Buhârî, Cihâd 38; Müslim, İmâre 135-136) müjdesi, asker ocağının, peygamber ocağı olduğunu bizlere öğretmiştir.
“Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ” misali toprağı kanlarıyla yoğuran şehitlerimiz, bu cennet vatanı bize emanet etmişlerdir. Bize düşen de bu toprakları imar etmek, korumak ve bizden sonraki nesillere devretmektir. Bunu yapmadığınız takdirde hem vatanımıza ve hem de şehitlerimize karşı görevlerimizi yapmamış ve onların ruhlarını incitmiş oluruz.
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Şehidimiz Selçuk Erdoğan’ın şehadeti
El Bab’da yaşananları kahraman askerler anlattı
Fırat Kalkanı Harekatı’nın en önemli noktalarından biri olan El Bab’da operasyonlar sürerken harekata katılan askerler çok çarpıcı açıklamalar yaptı.
El Bab’da yaşananları kahraman askerler anlattı
Fırat Kalkanı Harekâtı’nın merkezi haline gelen El Bab’da Türk askeri ile Özgür Suriye Ordusu savaşçılarının operasyonları sürüyor.
Türkiye, terör örgütü DEAŞ ve PKK/PYD’yi Suriye’nin kuzeyinden temizlemek için 24 Ağustos’ta, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) desteğinde ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) öncülüğünde Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlattı.
Harekât kapsamında 90 kilometrelik Azez ile Cerablus hattını ele geçiren birlikler, Rakka’ya açılan 35 kilometre derinliğindeki Halep kentine bağlı El Bab kasabasına yöneldi. Harekâtta, binbir güçlükle karşı karşıya kalan ve hepsini aşan Mehmetçik, 139 günü geride bıraktı.
Bu yazıda El Bab’da Türkiye’nin güvenliği için terör örgütü DEAŞ’a karşı cansiperane mücadele eden kahramanların hikâyelerini okuyacaksınız…
7 ARALIK 2016, VAKAH KÖYÜ
Benim adım Metin… Gerçek adım değil tabii. Özel Kuvvetler’denim, astsubayım. Daha önce de kâh Güneydoğu’daydım, kâh Irak’ın kuzeyinde…
Meskun mahal çatışmalarına da katıldım, dağlarda yapılan terör operasyonlarına da. Meskun mahal çatışmalarında Sur’daydım. Hakkâri’nin dağlarında; İkiyakalar’da, Buzul Dağı’nda, Oramar’da da vardım. Hani’nin, Lice’nin, Dicle’nin yayvan yamaçlarında da… Şimdi de buradayım, Bab’dayım.
“KÜRŞAT’LA BİRBİRİMİZİ KOKUMUZDAN TANIRIZ”
Kürşat benim badim. Kürşat da onun kod adı. Yıllardır beraberiz. Birbirimizi kokumuzdan tanırız. Yediğimiz içtiğimiz attığımız ayrı gitmez, yan yana sırt sırta yaşar, çatışır, ölümüm üstüne giderek ölümden kaçar dururuz. Biz Özel Harpçi iki astsubayız. İşte bizim bu hikâyemiz böyle başladı. Zaten hep böyle başlardı.
Emri alır, brifingi yapar, hazırlanır, göreve çıkarız. Aralık ayındayız. 30 Kasım’da Bab’ın hemen yakınlarında bir ileri harekât üssü oluşturmuş durumdayız. Komandolarla birlikteyiz.
Yanımızda Özgür Suriye Ordusu’ndan savaşçılar da var. Kimi zaman onlarla göreve çıkıyoruz, kimi zaman komandolarla, kimi zaman da hep beraber. Artık toplanıyoruz. Harita üzerinden ders çalışıyoruz. Muharebe istihbaratı bize DEAŞ’lı teröristlerin gittiğimiz yerde yoğun yuvalandığını söylüyor. Hoş, zaten biz de onun için gidiyoruz.
“KENDİMİZİ YEM YAPA YAPA YUVALARINI DEŞİFRE EDECEĞİZ”
Asıl maksat ‘Keşif’ olsa da, aslında biz burada ‘Cebri Keşif’ yapacağız. Yani ateşle, kendimizi yem yapa yapa yuvalarını deşifre edeceğiz. Böylece hem kendimiz çatışacak, hem de top, havan ve uçakların hedeflerini işaretleyeceğiz. Üstüne bir de özel operasyonlar için hedef belirleyeceğiz.
Bizim bu operasyonda bir diğer görevimiz de, komandolarla bizim, yani Özel Kuvvetler’in irtibatını sağlamak. Çünkü bu alanlarda bizimkiler hem doğrusal hem kapalı operasyon yapıyorlar.
“GECE SIZMA BAŞLIYOR”
Gece Vakah Köyü’ne sızacağız. Hava karardıktan birkaç saat sonra başlıyoruz. Bu görevlerde çok yiyecek almayız. Sadece su, silah ve mühimmat. Hem de bolca mühimmat. Çünkü bu tür görevlerde üzerimizde ne varsa onunla savaşırız. Bir de soğuktan koruyan giysilere ihtiyacımız olur. Şimdiki adımız 4’üncü özel görev kuvveti.
40 kişi kadarız. Vakah Köyü’ne sızacak, sonra işimizi yapacağız. 30 Kasım’ı 1 Aralık’a bağlayan bütün gece boyunca yürüdük. Her tarafın mayın, bubi tuzak patlayıcı olduğunu biliyoruz. En ummadığın yerde bir tuzak bir patlayıcı karşına çıkabiliyor. Patlayıveriyorsun. Sonrası malum…
DEAŞ, bizi bozmaya oyalamaya geciktirmeye durdurmaya çalışıyor. Oysa bizim önceliğimiz onlar, onların canlı kanlı hareketli hedefleri. Tabii böyle olunca, ortaya devasa bir mayın ve patlayıcı tarlasının içinde yaşayıp durmak, üstüne de savaşmak kalıyor.
Gece biz binanın üst katındaki bir odadan gözetleme ve dinleme yaparken, komandolar da çiftliğin içindeki diğer binalara ve etrafına dağıldılar. Bir komando kolu da oynak pusuya çıktı. Devriye gibi… Oynak pusudaki bu komandolar gece dörtten sonra döndüler. Onlar artık biraz uyuyacaklar, sonra onlar için de günün bir başka hengamesi başlayacak.
BOMBALI ARAÇLA SALDIRI
Yorgunluğun, uykusuzluğun, gece soğuğunun, hareketsizliğin neden olduğu hamlığın ve günlerdir süren görevin verdiği bedbinliğin ve gerginliğin ağırlığında, bataryalar bir elimde, öbür elimde tüfeğim ağır ağır yürüyorum.
Sabahın bu kirli aydınlığında bir motor sesi duyuyorum. Apansız alarm zillerim çalıyor. Birden irkiliyorum. “Bir zırhlının sesi bu!” Boğuk uğultulu gürültülü ve güçlü! Tırtıllı paletli bir şey! Sadece bağırdım ve koştum. Biliyordum! Bu bir bombalı araçtı. Artık bir tek derdim var.
Komandoların yattığı yere ulaşıp, onları uyarmak istiyordum. Onların dağılmalarını, yayılmalarını sağlamalıyım. Yorgunluktan derin bir uykuda olduklarını biliyorum. Bir roket patlıyor bu ara. Nöbetteki komandolardan biri, elindeki RPG’yle zırhlıya ateş ediyor.
Ama çarpmanın patlaması duyulmuyor. Sekiyor belli ki, tanksavar roketinin mermisi, patlamıyor! Kahrediyorum ve bu kısacık zaman aralığında 5, bilemedin 10-15 saniye sonra komandoların yanına ulaşıyorum.
“DURDURUN ŞU ARACI”
Artık kapının eşiğindeyim, binanın içine doğru koşuma devam ederken, avazım çıktığı kadar, delicesine bağırıyorum. “Bombalı araç! Tam siper, tam siper!” Bir yandan da durmadan telsizi mandallıyorum. “Ateş edin, ateş edin. Durdurun şu aracı, ne olursa.” Aracın sesini, uğultusunu şimdi daha yakın duyuyorum.
Sonra hiçbir şey duymamaya başlıyorum. Savruluyor bedenim ve sadece, bir an bir şey görüyorum. Devasa bir alev topu, apansız açılıyor önce, sonra birdenbire kapanıveriyor ve kapkara, ama kapkara bir Duman ürümeye başlıyor. Bu sırada havaya uçuyor ve yere çakılıyorum.
YARALI HALDE ÇATIŞIYOR
Ortalığı devasa bir toz ve duman bulutu kaplamaya başlıyor. Yayılıyor, yoğunlaşıyor, ağırlaşıyor, her tarafı ve her birimizi sarıyor. Bu arada bedenimi kontrol etmeye çalışıyorum. Kopanım, parçalarım var mı, bir de ona bakıyorum ve durmadan öksürüyorum. Kendimi boğulacakmış gibi hissediyorum.
Tüfeğim? Tüfeğim, silahım nerede? Oracıkta görüyorum silahımı. Şimdi tek bacağımla ite ite, tek kolumla çeke çeke sürünüyorum. Bu gayretimle tüfeğime yakınlaşıyorum ve askı kayışından tutup onu kendime çekiyorum ve ona bir baston gibi yaslanarak ayağa kalkmaya çalışıyorum. Gözüm ellerime takılıyor. Kanıyor ellerim, küçük küçük parmaklarımdan kan çıkıyor.
“SONUNDA KÜRŞAT’A ULAŞIYORUM”
Badime, Kürşat’a ulaşmaya çalışıyorum. Daha bir kendimi toplamış, aklı başına gelmiş, Kürşat’ın olduğu binaya doğru sürükleniyorum. Bu sırada silah sesleri uğulduyor. Bizden, onlardan, bir yerlerden durmadan silah sesleri geliyor. Son bir gayret, son bir gayret daha, sonunda Kürşat’a ulaşıyorum.
– “Kardeşim! Kardeşim nasılsın?”
– “İyiyim abi, iyiyim. Sen nasılsın?”
– İyi miyim, bilmiyorum. Ve artık mücadeleme, mücadelemize sarılıyorum.
“Termobarikler nerede Kürşat?”, “Ben onları halletmezsem, onlar gibi olayım.” Bu arada termobarik bir bombayı, M-203’ümün lançerine sokup, tetiğe asılıyorum.
“TERÖRİSTLERİN GELDİĞİ TARAFTA PATLIYOR”
Nişan aldığım yere uçup gidiyor termobarik, patlayan bombalı zırhlının oralarda, teröristlerin geldiği taraflarda patlıyor. Artık hem komandolar, hem biz çalışıyoruz. Anlara dakikalara sığan sert ve yoğun bir mücadele yaşıyoruz. Sonra! Sonra bir motor sesi daha duyulmaya başlıyor. Diğeri gibi ama daha farklı.
Daha farklı bir araç bu. Bir ikincisi geliyor! Birinci patlamayla açılan gedikten ikinciyi sokacaklar! Telsizden, askere bağırıyor. Ben bağırıyorum, Kürşat bağırıyor. Komandolarımızdan birkaçı bağırıyor. Kürşat, “Mevzi değiştirelim” diyor.
KÜRŞAT YARALANIYOR
Kürşat’ı, o dağ gibi silah arkadaşımı anlatacağım. Kürşat’ın neden öyle bakıp kaldığını, orada, oracıkta nasıl yaralandığını anlatacağım. Kendisini el bombası patlatarak geberten terörist, patlattığı el bombasıyla Kürşat’ı da yaraladı. Ayakta öylece bakakalan Kürşat, işte o yüzden öyle duruyor.
Sonra birden artık ayakta duramıyor, düşüyor oracığa. Koşuyorum, bir iki adımla… Elinden ağır ağır süzülen akan kana ve sağ bacağında hemencecik büyüyen kan lekesine bakakalıyorum. Bıçağımla kamuflajlı pantolonunu yırtıyorum. Yırttığım o pantolonla hem tampon hem turnike yapıyorum. Elini de yarım yamalak sarmaya çalışıyorum.
İşte bütün bu uğraştan sonra artık her şey kesiliyor, her şey bitiyor. Ve artık her şey, hep birlikte, hep beraber yıkılmayan yıkılamayacak onurumuzla sona eriyor. Az biraz sonra diğer üs bölgelerinden takviyeye gelen arkadaşlarımız yetişiyor. Kürşat dahil, yaralarından kan damlayan 13 gazimizi tahliye ediyoruz.
21 TERÖRİST ÖLDÜRÜLDÜ
Bab yakınlarında giriştiğimiz Vakah Köyü çatışmasında tekfiri teröristlerin ikisi bomba yüklü “Üç zırhlı ve/veya zırhlandırılmış araçla” cüret ettikleri bu uğursuz saldırının bilançosunu, bütün alanı temizledikten sonra rapor ettik.
“KÜRŞAT” ŞEHİT OLDU
Saldırıyı gerçekleştiren 21 teröristin tamamı öldürüldü. Kod adı Kürşat olan askerimiz Selçuk Erdoğan ise 6 Ocak 2017 tarihinde şehit oldu. (Not: Bab Vakah Köyü’nde yaşanan bu çatışma, yaşayanların anlattıklarından derlenerek yazılmıştır. Tamamıyla gerçek ama eksiktir. Yaşanan destanın sadece ulaşılabilen bir parçasıdır. Gaziler anlatmıştır. Sağlamlar hâlâ Bab’da, milletin onuru için savaşmaktadır.)